Asıl İşveren-Alt İşveren Ayrımı, Görünüşte Alt İşverenlik, Muvazaa, TİS hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı


 

Dava: Davacı, ücret farkı alacağı, birleştirilmiş sosyal yardım alacağı, vasıta yardımı ilave tediye ve ikramiye alacağı, yıllık ücretli izin parası ile aile ve çocuk öğrenim yardımının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
    
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
    
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
    
Karar: Davacı işçi davalıya ait işyerinde onun işçisi olarak çalıştığı halde sanki işyerinde görülen işin bir bölümünün alt işverene verilmiş gibi muvazaalı işlem yapılarak kendisinin uygulanmakta olan Toplu İş Sözleşmesinden yararlandırılmadığını iddia ederek toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan kimi işçilik haklarının ödettirilmesi istemiyle iş bu davayı açmıştır.
    
Davalı işveren ise, davacı ile aralarında hizmet akti ilişkisi bulunmadığını, kendilerinden ihale ile iş alan taşaron firmanın işçisi olduğunu, bütün yetkilerin taşarona ait bulunduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
    
Mahkemece davacının gerçekte davalının işçisi olduğu, davalı ile dava dışı müteahhit arasındaki ihalenin muvazaaya dayandığı kabul edilerek istek doğrultusunda hüküm kurulmuştur.
    
Bu açıklamalara göre, uyuşmazlık davalı ile dava dışı müteahhit arasında yapılan sözleşmenin muvazaaya dayanıp dayanmadığı ve bunun sonucu olarakda davalının gerçek işveren olup olmadığı konularında toplanmaktadır.
    
Mahkemece sonuca varılırken; özellikle müteahhitler değiştiği halde, davacı ile birlikte diğer işçilerinde çalışmalarını aralıksız sürdürdükleri, işçi alma ve işten çıkarma konularında asıl yetkinin davalıya ait olduğu, bunların dışında kalan işlerde de davalının büyük yetkilerle donatıldığı, işçilerin, işyerlerinin denetimi ile ilgili tüm yetkilerin onda toplandığı, aynı makinanın bir tarafında taşaronun, öbür tarafında davalının işçisinin çalıştıkları gibi bir durumla karşılaşıldığı olguları üzerinde durulmaktadır.
    
Taraf şahitleri bu konular da birbirleri ile çelişkili ifadelerde bulunmuşlardır. Gerçekten Dairemizin kararlılık kazanmış uygulamasına göre, uzun süreden beri aynı işyerinde çalışan işçiler, müteahhitler değiştiği halde, çalışmalarına devam ediyorlarsa, işçilerin işe alınmaları, sözleşmelerinin feshi, ücretlerinin tespiti gibi konularda yetkiler işyerinin sahibi durumunda olan kişi ya da şirkette toplanıyorsa, her türlü araç ve gereç onun tarafından sağlanıyorsa; işin bir bölümü bir başkasına verilmiş olsa dahi, muvazaa söz konusu olacağından işyerinin sahibi gerçek işveren kabul edilmektedir.
    
Somut olay yönünden bir değerlendirme yapıldığı takdirde, bu dava ile birlikte aynı zamanda Dairemize intikal eden ve incelemeye tabi tutulan 57 adet dava dosyasının incelenmesinden bazı işçilerin sadece bir müteahhit nezdinde, diğerlerinin ise, birkaç müteahhit nezdinde çalıştıkları görülmektedir. Bu bakımdan sağlıklı bir sonuca varabilmek için, konunun öncelikle tüm dosyaları içeren kapsamlı bir incelemeye ve değerlendirmeye tabi tutulması zorunluluğu vardır. Ancak bu şekilde işyerindeki uygulamanın muvazaalı olup olmadığı anlaşılabilecektir. Bir işçe ile ilgili dava yönünden sınırlı inceleme yanıltıcı olabilir.
    
Öte yandan; mahkemenin kararına dayanak yaptığı gerekçelerin dosya içinde bulunan ihale sözleşmelerine, şartnameye ve ferdi hizmet sözleşmelerine uygun düşmediği görülmektedir. Bu konuda önemle belirtmek gerekir ki, davacının çalıştığı işyerinde, patlayıcı yani tehlikeli maddeler üretildiği için davalı işverenin, bu yönleri dikkate alarak işyerinin disiplinini sağlamak amacıyla, çok sıkı kayıtlar koyması ve emniyet tedbirleri ile ilgili olarak hassas davranıp, işyerinin tehlikeden uzak bir şekilde ve ortamda bulunması için kimi yetkileri elinde bulundurması doğal karşılanabilir. Bundan başka; Mahkemenin işçilerin işe alınması ve işten çıkarılması konusunda davalının yalnız başına yetkili olduğu şeklindeki değerlendirmesinin dosya içeriği karşısında kabulü olanağı yoktur. İncelemeye tabi tutulan dosyalarda; hizmet sözleşmesinin taşeron firma tarafından imzalandığı, fesih halinde muhatabın taşeron olduğu, ibraname ve diğer belgelerin taşeron muhatap kabul edilerek düzenlendiği, ücretlerin taşeron tarafından ödendiği gibi, sigorta bildirgelerinin yine onun tarafından Sosyal Sigortalar Kurumuna verildiği ve primlerin ödendiği görülmektedir. Ne var ki bütün bunlara rağmen gerçek durumun ne olduğunu anlamak mümkün değildir.
    
Bu olgular karşısında, sorunun isabetli bir çözüme kavuşturulabilmesi için, birlikte incelemeye tabi tutulan tüm dosyalarda adı geçen taşeron şirketlerin öncelikle, ticaret sicili kayıtlarının celp edilerek hangi tarihte kuruldukları, faaliyet alanlarının neler olduğu, ortaklarının adları, merkezlerinin adresleri tespit edilerek davalıdan iş almadan önce faaliyette bulunup bulunmadıkları ve işi bitirdikten sonra faaliyetlerine devam edip etmedikleri, sermaye miktarları da tespit edilerek alt işveren olarak mı, yoksa göstermelik bir firma şeklinde mi davalıdan iş aldıkları sorunu çözümlenmelidir. Şayet taşeronluk vasfı mevcut olduğu sonuç ve kanaatına varıldığı takdirde davanın reddine, aksi halde şimdiki gibi kabulüne karar verilmelidir. Bu sonuca varılırken temizlik, yükleme, boşaltma, bakım, onarım gibi devamlılık arzeden işlerin niçin birer yıllık sözleşmelerle ihaleye çıkarıldığı ve taşeron firmaların davalıya ait işyeri dışında da faaliyette bulunup bulunmadığı konularında da bir irdeleme ve değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
    
Eksik inceleme ile hüküm tesisi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
    
Sonuç:  Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 18.11.1997 gününde oyçokluğuyla karar verildi. 

                     KARŞI OY YAZISI
    
Davacı işyerinde gerçekte davalı işçisi olarak çalışmasına rağmen muvazaalı ve kanuna karşı hile teşkil eden işlemler sonucu taşeron işçisi gibi gösterilmek suretiyle eksik veya hiç ödenmeyen bir kısım hakları ile alacaklarının tahsiline karar verilmesini istemiştir.
    
Mahkeme kararında, davalı işyerinde TİS.nin uygulanmaması amacıyla taşeron adı verilen kişiler emrinde işçi çalışıyor gibi gösterilerek muvazaalı ve yasaya karşı hileli davranış içine girildiği tespit edilerek davalı kurum Toplu İş Sözleşmesi hükümlerini uygulamakla sorumlu tutulmuştur.
    
Mahkemenin bu tespiti ve tespitine gerekçe gösterdiği hususlar tamamen dosya kapsamına ve Dairemiz ile Hukuk Genel Kurul kararlarına uygun düşmektedir.
    
Şöyle ki; davacı işçi davalıya ait işyerinde sürekli işte çalıştırılmaktadır. Ancak hizmet akdi davalı ile değil, taşaronla yapılmış ve pek çok işçi ile ilgili olarak belli sürelerle taşeron olarak görünen kişi değiştiği halde işçi işini aynen ve aralıksız olarak sürdürülmüştür. Bir kısım işçi için ise işe başlama tarihlerinin yakınlığı nedeniyle henüz bu formalite gerçekleştirilememiştir. Davalı ile taşeron adı verilen kişi arasında yapılan sözleşmelerde işçilerin işe alınması, çalışma koşulları, çalışma saatleri, bakım, onarım ve başka konularda tek yetkili davalı olup, yine mahkeme kararında vurgulandığı şekilde, diğer işveren olduğu ileri sürülen ve taşeron olarak adlandırılan kişi fabrikaya özel izinle alınmakta ve bu kişi sadece ücret ve sosyal sigortalar primlerini ödemekle sorumlu tutulmaktadır.
    
Bu açıklamalardan çıkarılan sonuç şu olmaktadır. İşveren işçiler üzerinde tek yetkili olup, tüm tasarruf yetkilerini elinde bulundurmakta, ancak ücrete gelince TİS hükümlerinden kurtulmak amacıyla ücretten bir başka kişiyi sorumlu tutmaktadır. Bu işlemler işverenin gerçek niyetini hiçbir açıklamaya ihtiyaç göstermiyecek şekilde ortaya koymaktadır. İşveren hükümleri birbiriyle çelişen sözlemlerle gerçeklerden kaçmaya çalışmaktadır.
    
İşveren, gerçekte taşeron olarak adlandırdığı kişiyle görünüşte belli bir sözleşme yapmak üzere irade bildiriminde bulunması halinde, bu gerçek iradeye dayanmadığı için geçerli sayılamaz.
    
Ayrıca, işveren taşeron olarak adlandırdığı kişiyi bazı özel koşullarla ve müsaadeyle fabrikaya alması da, bu kişiyi diğer işveren olarak kabul etmediğinin açık bir kanıtıdır. İşveren olarak tanımladığı kişiyi işyerine sokmamakta davalının gerçek iradesinin bir işareti olarak ortaya çıkmaktadır.
    
Nitekim davalı işverenle ilgili olarak Ankara İş Mahkemelerinden verilen ve Dairemizce onaylanan ve örnekleri dosya da bulunan kararlardan "... Davalı ... A.Ş. muvazaalı sözleşmeler ile kendisine ait işleri ve işçileri bir takım taşeronlara kağıt üzerinde devretmiş gibi göstermektedir ki: bu husus ... 'ın asıl işveren sayılmasını engeller nitelikte değildir ..." sözleri yer almaktadır.
    
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1.11.1995 gün ve 1995/9-861 esas. 1995/915 sayılı kararında yukarıdaki hususların muvazaalı ve işçinin toplu iş sözleşmesinden yararlanmasını engelleyici kanuna karşı hile olarak kabul edilmesi gerektiğini, davacının gerçekte davalının işçisi olduğunu, asgari ücretle çalıştırılabilmesi için görünürde bir taşeronun aracı olarak gösterildiğini ifade etmektedir.
    
Bütün bu kararlar ve tespitler Makina Kimya Endüstrisi Kurumuna ait çeşitli işyerlerindeki uygulamaları ortaya koymaktadır.
    
Konu bozma kararında belirtilen araştırmaya gerektirmeyecek şekilde açıktır.
    
Davalı işveren vekilininde belirttiği şekilde, gizlilik dereceli savunmaya hizmet veren bir kuruluşa taşeron işçisi olarak eleman alınamıyacağından, alınan işçilerin kurumun (şirketen) işçileri olduğu belirgindir.
    
Davacı tanıklar beyanlarında işçilerin taşeronları tanımadıklarını her taşeron işi aldığında aynı işçilerle işe devam ettiğini sadece taşeronun adını değiştiğini açıklamışlardır. İşvereninde taşeronu, onunda işyeri sayılabilecek fabrika sahasına sokmaması ve bazı kayıtlar getirmeside bu beyanları doğrulamaktadır. Eğer gerçek alt işveren varsa, kendisininde işyeri olan bir alana girmesinin engellenmesi düşünülemez.
    
Bütün bu anlatımlar, mahkemenin gerçekçi tespitleri, Makina Kimya Endüstrisine ait işyerleri ile ilgili mahkeme ve Yargıtay kararları ile özellikle bu davanın konusu olan işyeri ile ilgili muvazaa işlemlerini gösterir kesin yargı kararları karşısında, davacının gerçekte davalının işçisi olduğu, sendika üyesi olmasına karşılık asgari ücretle çalıştırılabilmesi için kanuna karşı hile olarak muvazaalı ve toplu iş sözleşmesinden yararlanmasını engelleyici bazı formalitelere dayanılmak suretiyle haklarının engellenmesi yasa hükümlerine aykırı olduğundan, her yönüyle yeterli olan mahkeme kararının gerekçesini yeterli bulmayarak araştırmaya yönelik bozma kararına katılamıyoruz. Kararın onanması görüşündeyiz.